30 Haziran 2015 Salı

Sunum Kovaları - Metal Saksı


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade


Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Yaratıcı Kişilerin 8 Çelişkili Kişilik Özelliği

Yaratıcılık, iş dünyasında, eğitim hayatında, ilişkilerde ve günlük hayatta bireyin farklı kılan, farklı işler ortaya çıkarmasını sağlayan ve yaptığı işe değer katan bir özellik.
Yaratıcılığın kaynağının ne olduğu yıllardır tartışılan bir olgu. Çünkü yaratıcı bireylerin kişilik özellikleri incelendiğinde, birbirinden çok farklı ve çelişkili yetkinlik alanları ortaya çıkabiliyor. Yaratıcılığın en gerekli olduğu meslek dallarındaki insanları incelediğimizde planlı ve disiplinli çalışanların yanı sıra sosyal yönleri zayıf, psikolojik bozuklukları olan, dağınık, düzensiz ve dikkati dağınık kişilerle de karşılaşabiliyoruz.
Peki güzel sanatlarda, girişimcilikte, teknolojide ve iş hayatında fark yaratmanızı sağlayacak olan yaratıcılığı geliştirmenin yolları neler?
Uplifers olarak psikoloji ve işletme alanında tanınan bir profesör olan Mihaly Csikszentmihalyi’nin Creativity: The Work and Lives of 91 Eminent People (Yaratıcılık: 91 dahinin yapıtları ve hayatları ) adlı kitabında bahsettiği, yaratıcı insanların çelişkili  kişilik özelliklerini sizler için derledik.

1. Fiziksel olarak enerjiktirler ancak genelde sessiz ve sakin kalmayı tercih ederler

Yaratıcı bireyler uzun saatler boyunca, konsantrasyonları yüksek bir şekilde çalışabilirler; ancak dışarıdan oldukça isteksiz ve sakin görünebilirler.

2. Zeki ve alçakgönüllüdürler

Yaratıcılık herhangi bir konu üzerinde bilgi sahibi olmayı, akıcı konuşabilmeyi, olaylara ve durumlara farklı açılardan bakabilmeyi, gerekli olasılıkları hesaplamayı ve geleceği bu olasılıklar dahilinde öngörebilmeyi gerektirir. Yaratıcı bireyler bu özelliklerin tümünü taşıdıkları halde göz önünde olmaktan pek hoşlanmazlar. Geri planda kalarak işleriyle ön planda olmak isterler.

3. Şakacı oldukları kadar disiplinlidirler. İşlerinde bazen sorumlu davranırlarken, zaman zaman şaşırtıcı derecede sorumsuz olabilirler

Dışarıdan umursamaz ve sorumsuz gibi görünseler de, bir çok yaratıcı kişi gece geç saatlere kadar çalışır ve gerektiğinde işlerini zamanında ve uygun şekilde tamamlayabilmek için kişisel ihtiyaçlarından fedakarlık ederler.

Hayal güçlerinden ve fantezi dünyalarından beslenirler ancak kökleri gerçek dünyaya bağlıdır
Mucitlerin ya da ressamların hayatlarını incelediğimizde kimsenin aklına gelmeyen ve gerçek dünyada var olmayan, hayali ve fantastik öğelerden fazlasıyla beslendiklerini görürüz, ancak kendilerini gerçek dünyadan soyutlamayarak…

5. Hem içlerine kapanık hem de dışa dönük olabilirler

Kişilik tanımlamalarında insanlarla ilişkileri iyi olan, sosyal olmayı seven ve çevresindeki insanlarla zaman geçirmeyi seven kişileri dışa dönük; daha çok yalnız kalmayı tercih eden, tek başına olmaktan hoşlanan ve çok sosyal olmayan kişileri ise içine kapanık olarak tanımlarız. Yaratıcı bireyler bu tanımlamaların ikisini de gösterebilirler. Bazen oldukça sosyal ve konuşkan olmayı, bazense aylarca yalnız kalmayı tercih edebilirler.

6. Övünülmesi gereken işler yaptıkları halde mütevazidirler

Bu nedenle yaptıkları işlerde başarılı olan bir çok ünlü insan şaşırtıcı şekilde utangaç ve sıradan davranabilir.

7. Cinsiyet rollerinin dışında kişilik özellikleri gösterebilirler

Yapılan araştırmalar, yetenekli, başarılı ve çalışkan kız çocuklarının hemcinslerine göre daha dominant ve erkeksi; erkek çocuklarının ise hassas ve feminen olduklarını gösteriyor.

8. Açık fikirli oldukları kadar tutucu da olabilirler

Kültürel normların dışına çıkmayan ve farklı olmayan birinin yaratıcı olabileceğini düşünmek çok zor. Ancak yaratıcı kişiler şaşılacak derecede tutucu ve geleneklere bağlı da olabilirler.

Genel olarak yaratıcı kişilerin çok fazla ortak özellikler barındırmadığı ve çelişkili özellikler gösterebildiklerini söyleyebiliriz. Ancak Mihay kitabında aynı zamanda yaratıcı bireylerin farklı olaylara ve durumlara  kolaylıkla uyum sağlayabildiklerinden ve hedeflerini gerçekleştirme yolunda bir çok farklı bakış açısından ve yöntemden yararlandıklarından da bahsediyor. Bu nedenle yaratıcılığınızı geliştirmek için yapabileceğiniz tek şey, bakış açınızı genişletmek ve hedefleriniz doğrultusunda cesur adımlar atabilmek.

Kaynak: Uplifers -  Fast Company


29 Haziran 2015 Pazartesi

Çerçeve - Fiyonk Raf


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Ünlü Tasarımcıların En Çok Tercih Ettiği 25 Font

Tasarım yaparken doğru fontu seçmek, tasarımımızın kalitesi açısından hayati önem taşır. Fakat piyasada 100,000’den fazla font varken bunla arasından doğru olanı bulmak neredeyse imkansız gibi görünüyor. Hangi fontları neye göre seçeceğimizi anlatan gerçekten güzel kaynaklar var. Bunlar bizim için yol gösterici olabilir ama hala doğru tercih yapabilmek için seçenekleri azaltmamız gerekiyor.

Aralarında Erik Spiekermann, Jessica Hische, Michael Bierut, Nina Stössinger, Mark Simonson & Seb Lester gibi ünlü tasarımcıların da bulunduğu bir gruba en çok sevdikleri fontları sormuşlar. Alınan cevaplar neticesinde en çok sevilen 25 font listelenmiş.

1-Georgia
Matthew Carter tarafından 1993 yılında tasarlanan bu font aslında düşük çözünürlüklü ekranlarda rahatça okunmak için tasarlandı. Georgia şu anda milyonlarca websitesi tarafından kullanılıyor.

2-Gotham
Tobias Frare-Jones tarafından 2000 yılında tasarlanan bu font daha çok Barack Obama’nın 2008 yılındaki başkanlık kampanyasına kullanılmasıyla ünlüdür.

3-FF Scala
FF Scala Martin Majoor tarafından 1990 yılında tasarlandı. Eski bir font olmasına rağmen popülerliğini kaybetmemiş.

4-Futura
Paul Renner tarafından 1927 yılında tasarlandı. Bu ölümsüz modern font neredeyse 80 yıldır bir fenomen.

5- Gill Sans
1926 yılında Eric Gill tarafından tasarlanan bu font benim de favorilerimden bir tanesi.

6-Garamond
Claude Garamond tarafından tasarlanan bu font, ITC Garamond (Tony Stan), Adobe Garamond & Garamond Premier (Robert Slimbach) gibi birçok fonta da ilham vermiş.

7- Caslon (Adobe Caslon)
Willian Caslon tarafından tasarlanan bu font geçmişte matbaacıların “Kararsız kalırsan Caslon kullan” şeklindeki ilkesi olmuş.

8- Aksizdenz Grotesk
H. Berthold tarafından 1989 yılında tasarlanan bu font sans serif harf karakterini ilk kullanan font olarak biliniyor.

9- Helvetica
Helevtica’yı 1957 yılında Max Miendinger, Eduard Hoffmann ile birlikte tasarla. Helvetica dünyadaki en ünlü fontlardan bir tanesi.

10- Alternate Gothic
Morris Fuller Benton tarafından 1903 yılında tasarlanan bu font Youtube’ın anasayfa logosunda kullanılmıştır.

11- Metro
William Addison Dwiggins bu fontu 1930 yılında tasarladığında, yıllar geçmesine rağmen hala tasarımcıların favori olacağını belki de tahmin etmemişti.

12- ITC Franklin Gothic
orris Fuller Benton bu fontu 1902 yılında American Type Founders firması için tasarladı. Benjamin Franklin’den sonra ise ismini Franklin olarak değiştirdiler.

13- Meta Serif
2007 yılında efsane tasarımcılar Erik Spiekermann, Christian Schwartz ve Kris Sowersby tarafından tasarlandı. Diğer fonlara göre oldukça genç :)

14- Trade Gothic
Trade Gothic, 1948-1960 yılları arasında Jackson Burke tarafından tasarlandı. Tasarımının bu kadar uzun sürmesi hala popüler olmasını haklı kılıyor.

15- Adelle
Jose Scaglione ve Veronika Burian tarafından 2009 yılında tasarlanan bu font, daha çok gazete ve dergilerde kullanılmasıyla ünlüdür.

16- Caecilia
Caecilia’yı Peter Matthis Noordzij, 1990 yılında tasarladı. Kolay okunabilirliği ile tasarımcıların favorilerinden bir tanesi.

17- Din
Albet-Jan Pool bu fontu 1995 yılında tasarladı. Bu temiz geometric sans harf karakterine sahip font Alman standartlarına uygun şekilde tasarlandı ve daha çok resmi yazılar ile sokak tabelalarında kullanıldı.

18- Hoefler Text
Jonathan Hoefler bu fontu 1991 yılında Apple için tasarladı.

19- Quadraat
Fred Smeijers tarafından 1992 yılında tasarlandı. Yves Peters’ın da favorilerinden birisi olarak biliniyor.

20- Sabon
Jan Tschichold tarafından 1964 yılında tasarlanan bu font Garamond’a dayanıyor.

21-Sentinel
Jonathan Hoefler ve Tobias Frere-Jones tarafından 2009 yılında tasarlanan bu font da genç fontlarımızdan bir tanesi.

22-Verdana
Matthew Carter, Verdana’yı 1996 yılında tasarladı. Verdana’nın yüksekliği, geniş oranları, cömert harf aralıkları onu küçük boyutlarda iken bile okunabilir yapıyor.

23- Ferda Serif
Peter Bilak tarafından 2003 yılında tasarlandı. Harflerinin şekilleri teknoloji ile el yazısını harmanlamış gibi duruyor.

24-Feijoa
Kris Sowersby tarafından 2007 yılında tasarlanan bu font yumuşaklık hissi ile bilinir.

26-(Extra) Officina
Erik Spiekermann tarafından 1990 yılında tasarlandı. Daha çok iş yazışmaları için tasarlanmasına rağmen o kadar beğenildi ki birçok farklı amaç için de kullanılıyor.



Kaynak: http://blog.8faces.com/post/103548341771/typographers-typefaces

26 Haziran 2015 Cuma

Farklı Ürünler


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Kurukahveci Mehmet Efendi’nin Hayat Hikayesi

1871 yılından bu yana, kahve üretimine bir sanat gibi yaklaşan Kurukahveci Mehmet Efendi; bu zanaatı beraberindeki ustalık, bilgi, tecrübe ve inceliklerle babadan oğula ustadan çırağa aktarmaya devam ediyor.
Türklerin dünyaya armağan ettiği Türk Kahvesini, gelecek nesillerle de buluşturma bilincini taşıyan firma, kahveseverlere her yudumda aynı kalite ve keyfi ulaştırmayı amaçlıyor.

19. yüzyıl sonlarına kadar Türk Kahvesi, çiğ çekirdek olarak satılıyor ve evlerdeki kahve tavalarında kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekilerek içilebiliyordu. Bu durum; Hasan Efendi’nin işlettiği baharat ve çiğ kahve satan dükkânın, oğlu Mehmet Efendi tarafından devralınmasına kadar sürdü.

1857’de İstanbul Fatih’te doğan Mehmet Efendi, Süleymaniye Medresesi’nde eğitim gördükten sonra babasının dükkânında çalışmaya başladı. 1871 yılında işin başına geçen Mehmet Efendi, çiğ kahveyi kavurup dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başladı. Böylece İstanbul Tahmis Sokakta taze kavrulmuş, mis gibi kahvenin kokusu da çevreye yayıldı. Kahveyi öğüterek ilk kez hazır olarak kahveseverlere sunan Mehmet Efendi, bu yenilik ve müşterilerine sağladığı kolaylıkla kısa sürede tanınarak “Kurukahveci Mehmet Efendi” diye anılmaya başlandı.

1931 yılında vefat eden Mehmet Efendi’nin ardından oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler baba mesleğini sürdürdüler.

Aile 1934 yılında “Kurukahveci” soyadını aldı. Mehmet Efendi’nin vefatından sonra ailenin en büyüğü Hasan Selahattin (1897-1944) yurtdışının önemini kavrayarak uluslararası etkinliklere katılmaya karar verdi. Böylece Türk Kahvesini yurtiçine olduğu kadar yurtdışına da pazarlayarak tanıtmaya başladı.

Hulusi Bey (1904-1934) dönemin gelişen teknolojisini göz ardı etmeyerek toplu üretimi gerçekleştirdi. Ayrıca; İstanbul Tahmis sokaktaki dükkânın yerine, dönemin ünlü mimarı Zühtü Başar’a günümüzde de kullanılmakta olan “art deco” tarzında bir bina inşa ettirdi. Yine bu dönemde kahve, parşömenli kâğıt paketlere konularak şehir içindeki bakkallara otomobil ile dağıtılmaya başlandı. Böylece Türkiye’de bir ilk daha gerçekleştirilmişti. İstiklal Caddesi’nde de bir şube açıldı.

Mehmet Efendi’nin torunları; Ahmet Rıza Kurukahveci’nin vefatından sonra yönetimi devraldılar. Mehmet Efendi’nin kahve öğüttüğü dibekleri bir asır sonra geliştirdiler ve ortaya yeni kahve makineleri çıktı. 1871 yılında Tahmis Sokak’ta faaliyete başlayan işletme, bugün tüm dünyaya hizmet veriyor.

Kurukahvecinin Tarihçesi
Kurukahveci Mehmet Efendi, 1857’de İstanbul Fatih’te doğar. Süleymaniye Medresesi’nde eğitim gördükten sonra babasının baharat ve çiğ kahve sattığı dükkânında çalışmaya başlayarak kahvecilik mesleğini tanır. 1871 yılında işi babasından devralır. 19. yüzyıl sonlarına kadar kahve çiğ çekirdek olarak alınır, evlerde kahve tavalarında kavrulur ve el değirmenlerinde çekilip içilirken, Mehmet Efendi çiğ kahveyi dolaplarda kavurup dibeklerde (kahveyi döverek toz hale getiren makine) öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlar. Tahmis sokaktaki (Eminönü’nde) işyerlerinden çevreye yayılan taze kavrulmuş mis gibi kahve Mehmet Efendi’ye “Kurukahveci Mehmet Efendi” lakabını kazandırmıştır. Kahve severler tarafından çok kısa sürede tanınır.
1931 yılında Mehmet Efendi vefat edince, oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler baba mesleğini kaldığı yerden devam ettirmeye karar verirler. Mehmet Efendi’nin ailesi, 1934’deki soyadı kanunu ile “Kurukahveci” soyadını alırlar. Bu tarihlerde ailenin en büyüğü olan
Hasan Selahattin Bey (1897-1944), kurukahveyi yurt içindeki tanıtım çalışmalarıyla birlikte yurtdışında pazarlama çalışmalarına başlamıştır. Hulusi Bey ise (1904-1934) döneminin teknolojilerini kullanarak gelişen toplu üretimi sağlar.

Hulusi Bey’in genç yaşında vefatıyla, yönetimi yurtdışında eğitim görmüş olan en küçük birader Ahmet Rıza Kurukahveci devralır. Ahmet Bey’in yurt dışını bilmesi, dünyadaki gelişmeleri takip etmesi, baba yadigârını profesyonel adımlar atmaya yöneltmiştir. Bu dönemdeki değişimler kısaca şöyle:
1933 yılında dönemin usta grafikeri İhap Hulusi Bey’e bir amblem çizdirildi. Bu amblem günümüzde de kullanılmaya devam ediyor. Afiş ve reklâm kampanyalarına ağırlık verildi.

Galatasaray Sahne Sokak’ta bir şube açıldı. Yurt içinde özel arabalarla kahve dağıtımı başlatıldı. Parşömenli kâğıt paketlere konularak şehir içindeki bakkallara otomobil ile kahve dağıtılmaya başlandı.
Dönemin ünlü mimarı Zühtü Başar, günümüzde de kullanılmakta olan “art deco” (Fransa menşeli sanat akımı) tarzında kahvenin kırk yıl dağıtılan dostluk merkezinin şanına layık yepyeni bir bina inşa etti.
Bugün Kurukahveci’nin yönetiminde olan Mehmet Efendi’nin torunları; Ahmet Rıza Kurukahveci’nin vefatından sonra yönetimi devraldılar. Mehmet Efendi’nin kahve öğüttüğü dibekleri bir asır sonra geliştirdiler ve ortaya yeni kahve makineleri çıktı. 1871 yılında Tahmis Sokak’ta faaliyete başlayan işletme, bugün tüm dünyaya hizmet veriyor.

* Şirketin 2005’teki kahve pazar payı %60.
* Markalar 2006 Araştırması’nın sonuçlarına göre ise Türk kahvesi dendiğinde ilk akla gelen marka “Kurukahveci Mehmet Efendi”.


Kurukahveci Mehmet Efendi’nin Emektarlarından Murat Çeker’in Tüyoları

“Kahve kaç kişilik yapılacaksa o kadar büyüklükte cezve kullanılmalıdır. Cezveye önce fincanla ölçülen soğuk su, ardından da kahve konulur. Bir fincan için 4 gram kahve yeterlidir. Okkalı kahve için 5, kallavi kahve için ise 6 gram kahve konmalıdır. Az şekerli için 1, orta şekerli için 2, şekerli için de 3 çay kaşığı şeker eklenir ve buna göre üzerine bir yemek kaşığı su ilave edilip karıştırılır.”
“Kahve yukarıdan aşağıya karıştırılırsa köpük, cezve yan çevrilip karıştırılırsa kaymak olur. Ateşin üzerindeki cezveden tıkır tıkır ses geldiğinde kahve ısınmış demektir.
Cezve ateşin kenarına kaydırılınca yandan gelen ateş cezvenin içindeki kahveyi döndürür.”


Kaynak
http://www.hakkindabilgi.biz/kurukahveci-mehmet-efendi-kimdir-hayat-hikayesi.html


25 Haziran 2015 Perşembe

Teslim Edilen Siparişlerden Örnekler


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Yeteneğinin Peşinden Gitti Hayatı Değişti

Grafiker, akademisyen Doç. Dr. Gürbüz Doğan Ekşioğlu dünya çapında bir sanatçı. Her başarılı insandan alabileceğimiz dersler vardır. Ama her şeye ve herkese rağmen yeteneğinin peşinden gidip başarılı olan Eşkioğlu’nun hayat ve meslek hikayesi, Türkiye’ye has acı bir gerçeği de ortaya çıkarıyor: Eğitim sistemimizin, not sisteminin ve üniversite sınavlarının gençlerin yeteneğini ve eğilimini ortaya çıkarmakta ne kadar yetersiz hatta engelleyici olduğunu!

Gürbüz Doğan Ekşioğlu(55), Ordu’lu bir ailenin 5 çocuğunun en küçüğü olarak 1954 yılında dünyaya geldi. Resme olan ilgisi küçük yaşlarda başladığından, kağıt kalemi ne zaman eline aldığını hatırlamıyor bile. Yaşı ilerledikçe bu ilgisi tutkuya dönüştü. Hem de okulda sınıf tekrarı yapacak kadar. Ekşioğlu, "O kadar tembel bir öğrenciydim ki! Sadece resim ve beden eğitimi derslerinden 10 alır, diğerlerinden hep düşük not alırdım" diyor.

Dersleri boşladığı için ailesi resim yapmasına karşı çıktı. İlkokul 5’inci sınıfa kadar düşük notlarla idare etti ama ortaokula geçemeden ikmale kaldı. Evde kıyametler koptu. Baba "bir daha resim yapmayacaksın" anne, "oku da büyük adam ol" dese de, o gizli gizli resim yapmaya devam etti. Yine ders çalışmadığı için önce ortaokul 2’de, ardından lise son sınıfta kaldı. Ailesi söz geçiremeyince "ne istiyorsan onu yap" diye hayalleri için onu özgür bıraktı. Liseye kadar Ordu’da okuyan Ekşioğlu, üniversite için 19 yaşında İstanbul’a geldi.

1973 yılında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun (Şimdiki adıyla Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) sınavlarına girdi. İki aşamalı sınavın ilkinden geçti ama ikincisinden kaldı. O da puanı tutan başka bir okula girmeye çalıştı. Puanı İzmir’deki Eczacılık Yüksekokulu ile Erzurum’daki Ziraat Fakültesi’ni tuttu. Tercihini "Bağ bahçemiz var. En azından okulu bitirince ailemin de bir işine yararım" diye, Ziraat Fakültesi’nden yana kullandı. Ancak 2 ay okuduktan sonra, "Bu bölüm bana göre değil" diye tası tarağı toplayıp İstanbul’a döndü. Yıldız Üniversitesi’ne bağlı Kadıköy’deki Devlet Mimarlık ve Mühendislik Yüksekokulu Elektrik Mühendisliği Bölümü’ne giren Ekşioğlu, bu okulu da (ailesinin oturduğu) Aksaray’dan her gün Kadıköy’e gidip gelmek zor oluyor diye bıraktı ve yine aynı üniversiteye bağlı Vatan Caddesi’ndeki Devlet Mimarlık ve Mühendislik Yüksekokulu İnşaat Mühendisliği’ne girdi. Burada 2 yıl öğrenim gördü. Ama aklı güzel sanatlardaydı. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun sınavlarına başvurdu. Ve sonunda grafik bölümünü dereceyle kazandı.

Öğrenciyken para ödülleriyle geçimini sağlıyordu

Haftaiçi okulda, haftasonları evde, durmadan çiziyor, bir yandan da yarışmalara katılıyordu. İlk olarak Güzel Sanatlar Yüksekokulları arasında düzenlenen fotoğraf yarışmasında şansını denedi. Dereceye girip, ödül aldı. Sonra, Vatan Gazetesi’nin düzenlediği karikatür yarışmasında 3’üncü oldu ve 5 bin lira ödül kazandı. Yarışmalarda hem kendini geliştiriyordu, hem de kazandığı para ödülleri geçimini sağlıyordu. 2,5 yıl boyunca katıldığı yarışmalarda 13 ödül aldı. Okulu bitirince bir reklam ajansında aylık 15 bin lira maaşla çalışmaya başladı. Kendi deyimiyle bir yıl "memur gibi çalıştıktan" sonra, sanatını ve duygularını ifade edemediği için istifa etti. Mezun olduğu okulda Temel Sanat Eğitimi dersinde 8 bin lira maaşla, haftada 3 gün asistanlık yapmaya başladı. Kalan zamanlarda özel işler, çizimler yapıyor ve sergiler açıyordu.

Ekşioğlu, 1980’de girdiği üniversiteden 25 yıl sonra emekli olarak ayrıldı. Ve 2006 yılından beri Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

Jüri üyeliği yurtdışı kapılarını açtı

Gürbüz Doğan Ekşioğlu, 27’si uluslararası, 44’ü ulusal olmak üzere toplam 71 ödülün sahibi bir uluslararası sanatçı. Uluslararası Aydın Doğan Karikatür Yarışması’nda 6 kez ödül alan Ekşioğlu, aynı yarışmada 11 yıl da kesintisiz jüri üyeliği yaptı. Hayatını değiştiren insanlarla da bu sayede tanıştı. Jüride yer alan dünyaca ünlü karikatüristler ona, "Çizimlerin çok iyi. Neden yurtdışında şansını denemiyorsun?" diye sorunca, o da çalışmalarını New York Times ve Time dergisine gönderdi. Kazandığı başarılar ve aldığı ödüllerle güveni artan Ekşioğlu, New York Times’a gönderdiği çizimleri beğenilince Amerika’nın yolunu tuttu. Gazeteye gittiğinde ondan matematik ve uzay temalı bir illüstrasyon istediler. O da 8 saat boyunca eskiz çalışmaları yaptı. Yaptığı çalışma gazetenin en önemli çizerlerinin olduğu sayfada yayımlandı. Uluslararası alanda kazandığı başarıların temelleri böyle atıldı.

15 farklı ülkede çalışmaları yayımlandı

Eşkioğlu’nun dergi, gazete ve sergilerle 300’ün üzerinde çalışması yayımlandı. ABD, Almanya, Belçika, Bulgaristan, Çin, İtalya, İsviçre, İran, Japonya, Makedonya, Macaristan, Kanada, Kosova, Pakistan ve Yunanistan gibi ülkelerde çok sayıda eseri yayımlandı. Çizimleri, bir milyon satan haftalık New Yorker’a 6 kez kapak oldu. Karikatür ve illüstrasyon çalışmaları, New York Times ve Forbes gibi dergileri süsledi. New Yorker’ın son sayısına yaptığı illüstrasyon çalışması için Türk basını "Bir kapak yaptı, 12.000 doları kaptı" diye tam sayfa haberini yaptı. Ekşioğlu, Turan Selçuk ve Semih Balcıoğlu hayranı. Oğuz Aral’ın da tarzını ilgi çekici bulduğunu söyleyen Ekşioğlu, Lemanyak ve Uykusuz gibi mizah dergilerinin de, haksızlıklarla mücadele ettikleri için karikatür dünyasında olması gerektiğini düşünüyor.

Kalem kağıt taşımak ayakkabı giymek kadar önemli

Doç. Dr. Gürbüz Doğan Ekşioğlu: Hastane, sinema, üniversite... Nereye gidersem gideyim yanımda mutlaka defter kalem taşıyorum. Gördüğüm herşeyle ilgili eskizler çiziyorum. Nasıl insanlar ayakkabı giymeden dışarı çıkmazsa, ben de defter kalemim olmadan çıkmıyorum. Katıldığım yarışmalarda birçok ödül aldım. Bu ödüller benim daha profesyonel olmamı sağladı. Bilgimi, tecrübeyle birleştirip başarıyı yakaladım. Üniversite hayatı insana yeni kapılar açıyor. Doğru eğitim verildikten sonra herkes meslek sahibi olabilir. Yeteneğe inanıyorum ama eğitim olmadan hiçbir önemi yok. Gençlerin mutlaka üniversite okuması gerekiyor. Her insanın mutlaka bir konuya ilgisi ve yeteneği vardır. Aileler çocuklarının bu duygusunu keşfetmesi için yardımcı olmalı. Böyle olmazsa, sistem onu belki de hiç istemediği bir mesleğe yöneltir. Kimse ilgi duymadığı bir işi yapmamalı. Bu zoraki seçim onu hayatı boyunca mutsuz edecektir.

Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun aldığı ulusal ve uluslararası ödüllerden bazıları

Ulusal Ödüller

1- 1977 - Güzel sanatlar öğrencileri arası düzenlenen Fotoğraf Yarışması Ödülü

2- 1977 - Vatan Gazetesi "Özgürlük" konulu karikatür yarışmasında 1’incilik Ödülü

3- 1979 - Kültür Bakanlığı Balkan Film Afişleri yarışmasında 1’incilik Ödülü

4- 1993 - Cumhuriyet Gazetesi, Yunus Nadi Karikatür Ödülü

5- 1998 - Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü

6- 2000 - TBMM Afiş Yarışması 1’incilik Ödülü

7- 2001 - Türkiye Jokey Kulübü "At" konulu yarışmada 1’incilik ödülü

Uluslararası Ödüller

1- 1979 - Nasreddin Hoca Uluslararası Karikatür Yarışması Özel Ödülü

2- 1982 - Yomiuri Uluslararası Karikatür Yarışmasında Excellence Prize (Japonya)

3- 1984 - Simavi (Aydın Doğan) Uluslararası Karikatür Yarışmasında 1’incilik Ödülü

4- 1985 - Gobrova Uluslararası Mizah Bianeli’nde karikatür dalında 2’ncilik Ödülü

5- 1990 - Beringen Uluslararası "Ateş" konulu karikatür yarışmasında 3’üncülük Ödülü

6- 2006 - Kosova Dünya Karikatür Olimpiyatı Yarışmasında 3’üncülük Ödülü

Alıntı
Yazar: Şeyda İpek Baykal
Kaynak: http://www.yenibiris/HurriyetIK

24 Haziran 2015 Çarşamba

Yeni Model Poşetlik



• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Pierre Mendel

Pierre Mendell özgeçmişiyle tek başına çağdaş dünyadaki uluslarüstü akışkanlık ve devingenliği örnekleyebilecek bir tasarımcı. 1929’da Almanya’nın Ruhr havzasının Essen kentinde doğdu. 1934’te Hitler’in o sırada askerden arındırılmış bölge olan Ruhr havzasına Alman Ordusu’nu sokmasının ardından ailece Fransa’ya taşındılar. Aile 1947’de bu kez de ABD’ye göç etti. 1953’te Fransa’ya geri döndü. 1958’e kadar İsviçre’nin Basel kentinde Hochschule für Gestaltung’da grafik tasarım öğrenimi gördü. Kısa bir süre Michael Engelmann ile birlikte çalıştıktan sonra, 1961’de Münih’te Klaus Oberer ile Studio Mendell & Oberer’i kurdular. 2000 yılından beri Pierre Mendell Design Studio’yu tek başına yönetiyor. Görüldüğü gibi, ulus ya da etnisite bazında bir yerelliğin anlamını sorgulamak için onun kariyeri parlak bir örnek oluşturuyor. Buna karşılık, başka bir anlamda yerellik için yeni bir zeminin varlığına da aynı kariyer sayesinde ikna olmak mümkün. Örneğin, 1980’den 2003’e dek Münih’teki Die Neue Sammlung’un (Devlet Uygulamalı Sanatlar ve Tasarım Müzesi) tüm grafik tasarımlarından o sorumluydu ve 1990’dan bu yana da aynı kentteki Bayerische Staatsoper’in (Bavyera Devlet Operası) posterlerini o yapıyor.

Dolayısıyla, Mendell’in ulusal ya da etnik aidiyetinden söz etmek için hiçbir neden yok; ama, onun ait olduğu ya da kendisini bağlı hissettiği bir kent, ait olduğu kurumlar, ait olduğu tasarım yaklaşımları var. Giderek Münih kent mekanları da onun artık vazgeçilmezlik edinmiş posterleriyle kimlik kazanıyor. Böyle bakınca, Mendell’in ve daha pekçoklarının bugünün Avrupa’sında ulusal aidiyeti neredeyse bir ömrün içindeki birkaç duraktan biri olarak gördükleri pekala söylenebilir. En azından Avrupa’nın bir kesiminde sabit ve tüm insani ve kültürel özellikleri tanımlayan bir ulusallık kavrayışı için oldukça küçük bir varoluş şansı var. Ne var ki, uluslarüstü olmak uluslararası olmak anlamına da gelmiyor. Mendell, ünü çalışma alanının ve coğrafyasının sınırları dışına taşan sansasyonel biri, yani uluslararası bir kişilik değil.

Mendell’in tasarımlarıyla onun uluslarötesi özgül kimlik yapısı arasında nasıl bir paralellik kurulabileceğini sorgulamak ilginç olabilirdi. Sözgelimi, onda kültüralist göndermelere rastlamamak bu açıdan anlamlı gözüküyor. Ancak, grafik tasarımın çoğu Üçüncü Dünya ülkesi dışında kültüralist göndermeler yaptığı bir yer mevcut olmadığından, bu tutumu bağlamında Mendell’e özgü bir yaklaşımdan söz ediliyor değil. Ama minimalist oluşu ve içerdiği betiler açısından okunaksız bir grafik tasarımı amaçlaması açısından, onu özgül bir kimlik sahibi diye nitelemek pekala mümkün.
Örneğin, hazırladığı posterlerin görsel repertuarı, işaret ettikleri oyunla hiçbir biçimde doğrudan ilişki kurmuyor. Onun posteri, yazıyla anlatılabilir olanı görsellik aracılığıyla anlatmanın aracı değil. Aksine, alımlayıcısını yazıları okumak zorunda bırakan, üstelik de bunu epeyce zorlanarak yapmasını öngören bir tasarım tavrına yaslanıyor. Posterlerinin neye ait olduklarını kavramak için iyice yakınına gelmek ve yazılarını okumak gerek. Bunun Basel’deki ünlü okulun yaklaşımını çağrıştırdığını düşünmemek zor. Mendell, Alman, Fransız veyahut Amerikalı olmayabilir; Basel Hochschule für Gestaltung’lu olduğuysa rahatça söylenebilir.


Alıntı

23 Haziran 2015 Salı

Havluluk


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


David Ogilvy

Reklam dünyasının unutulmaz duayenlerinden biridir.Ogilvy reklam dünyasında olanlar için çok tanıdık ve mühim bir isim. Modern reklamcılığın doğduğu 50’li yıllarda reklam ve pazarlama dünyasına yön vermiş hatta pek çok kavramı yaratmış biri. Yaptığı ünlü kampanyalar dışında, prensipleri, kuralları ve egsantrik kişilik özellikleriyle de tanınıyor. Hayat hikayesi ise maceralarla dolu.

1911’de İskoç asıllı bir ailenin çocuğu olarak doğan Ogilvy zeki fakat hastalıklı bir çocuk olarak büyüdü. Oxford’a burslu olarak kabul edilmesine rağmen başarılı olamayıp, bırakmak zorunda kaldı. Ve aşçılık yapmak için Paris’e gidip, Majestik Otel’in mutfağında bir yıl boyunca çalıştı. Çok alakasız gibi gözüken bu iş ona mükemmelliyetçilik, takım ruhu, çok çalışma ve yönetim konusunda çok şey öğretti.

İngiltere’ye dönünce o zaman yeni olan sonradan efsane haline gelen AGA ocakları satış temsilcisi olarak çalıştı. Sıcak satışın içinde olarak müşteriyi yakından tanıdı. AGA için yazdığı satış el kitabı hala bu alandaki en önemli eserlerden biri sayılıyor.AGA’dan  sonra ağabeyinin çalıştığı reklam ajansında işe başlar ve 1938’de ajansın onu ABD’ye, yeni açılan araştırma şirketi GALLUP’a göndermesini sağlar. GALLUP o zaman için son derece yeni olan anket ve kamuoyu yoklaması işi yapmaktadır. David Ogilvy bu sayede müşteriyi tanımanın yeni yollarını keşfeder. İkinci Dünya Savaşı sırasında genç Ogilvy’nin kariyerinde yeni bir sayfa açılır; Casusluk. Ogilvy İngiliz İstihbarat Örgütü’nün ABD’deki bölümünde yer alır. Şefi Ian Fleming’in James Bond karakterini yaratırken ilham aldığı William Stephenson’du. Savaş bittiğinde Ogilvy  teknoloji ürünleri ( buna elektrik, araba ve hatta  çengelli iğne de dahil) kullanmayan Amish’lere yakın bir arazi alarak çiftçilik yaptı.

Sene 1949 olduğunda ise kanına bir şekilde bulaşan reklamcılık virüsü açığa çıktı ve David Ogilvy İngiliz Mather and Crowther ajansının New York bürosu olan Ogilvy, Benson and Mather’ı kurar. Satış bilgisi, tüketiciyi tanıması, bilgiye ve araştırmaya önem vermesi, çalışkanlığı, mükemmelliyetçiliği ile ile reklam dünyasında bir çığır açar. Reklamın mutlaka satış kaygılı olmasını ister. Ünlü kullanımına ve komikliğe dayanan reklamlara karşıdır. Basit gözüken, büyük fikirlere ve tüketiciye bilgi vermeye inanır. Yaptığı Hathaway gömlekleri, Dove sabunu, Rolls Royce arabaları ve Schweppes reklamlarıile satışları katlar, markaları kült hale getirir. Ajans büyür, Türkiye de dahil tüm dünyaya yayılır. Ardından da WWP’ye satılır.

Ogilvy kimsenin o zamanlar bahsetmediği markalaşmanın öncüsü olur ve yapılan her reklamın şirket imajına ve markasına katkıda bulunan küçük bir parça olduğunu savunur. Çok çalışkandır ve sürekli işi iyi yapamayacağının hatta parasız kalacağının korkusunu yaşar. İşine aşkla bağlı olmanın, işine inanmanın, hatalardan öğrenmenin timsalidir. İyi hizmet veremeyeceğini düşündüğü ya da sevmediği müşterileri reddeder.

David Ogilvy üç kez evlenir ama asıl olarak işiyle evlidir. Yaratıcı kampanyalarla ilgilenmeyi bıraktıktan sonra ajans yönetimi, reklamcılık, yaratıcı yazarlık üzerine yazmayı ve ajansını yönlendirmeyi sürdürür. Bildiriler, manifestolar yazmaya devam eder. Şirket içi eğitimler ve iyi insan kaynağını mutlu ve verimli kılmak öncelikleridir. Eğlenilmeyen yerde, iyi iş çıkacağına inanmaz. Ogilvy’nin öyküsü sadece bir reklamcının değil başarının da hikayesi aynı zamanda. Bu öykülerin ortak noktası ise bana göre;  çok çalışmak, hiç bitmeyen merak, farklı alanlarda edinilen deneyimleri bir potada eritebilme ve tabii ki yetenek.



David Ogilvy’nin ünlü söz ve tavsiyeleri

•  İnsanlar eğlenmedikleri zaman nadiren iyi iş üretebilirler. Kaygıları kahkahayla yok edin. Coşkuyu teşvik edin.

•  Tüketici moron değildir; karınızdır. Herhangi bir şeyi satın almak için onu sade bir slogan ve bir kaç sıkıcı görselin ikna ettiğini zannetmek, onun zekasını aşağılamaktır. O verebileceğiniz tüm bilgileri ister.

• Yeni müşterilere sahip olmanın en iyi yolu şimdiki müşteriler için potansiyel müşterileri etkileyecek türde reklamlar yaratmaktır.

• Büyük fikirler ne en üst düzey yöneticilerin, ne de yaratıcı ekiplerin tekelindedir. En iyi fikirlerin bazıları müşteri temsilcilerinden, araştırmacılardan ve diğerlerinden çıkar. Bunu destekleyin; alabileceğiniz her fikre ihtiyacınız var.

• Yeni fikirleri destekleyin. Değişim bizim hayat enerjimiz, durgunluk bizim ölüm fermanımızdır.

• Reklamınız satmıyorsa, yaratıcı değildir.

• Dahilere tolerans gösterin!

• Her reklam, markanın kimliğine yapılan uzun vadeli bir yatırımdır.

• Hep kendinizden küçük insanları işe alırsanız cücelerin şirketi oluruz, oysa hep kendinizden büyük insanları işe alırsanız devlerin şirketi oluruz.

• Araştırmalar, dramatik bir görselle başlayan reklamların diğerlerine oranla izleyiciyi daha iyi yakaladığını göstermiştir. Eğer bir yangın söndürücü reklamı yapacaksanız, yangınla başlayın.

• Ben her zaman müşterilerimin ürünlerini kullanırım. Bu dalkavukluk değil, nezaket gereğidir.

• Büyük fikirler genellikle basit fikirlerdir.

• Ne gösterdiğiniz, ne söylediğinizden daha önemlidir.

• Eğer reklamınızın temelinde BÜYÜK FİKİR yoksa, gece karanlığındaki bir gemi gibi geçip gider.

• Vereceğiniz en önemli karar, ürününüzü nasıl konumlandıracağınızdır.

• Müşterilerinizin yanında çalıştırmadığı ya da çalıştırmayı hayal bile edemeyeceği insanları işe alın.

• Hatalarınızı kabullenmek önemlidir, özellikle de onlarla itham edilmeden önce.

• Kadınların satın aldığı ürünlerin reklamlarını erkeklerin yazmasına izin vermeyin.

• En iyi kurumlarda sözler hep tutulur. Ne kadar fazla mesai ve acıya mal olursa olsun.

• Kentinizdeki bütün parklara bakın: Hiçbirinde bir komite heykeline rastlamayacaksınız.

• Reklam filmleri satış içindir. Eğlencenin öne geçmesine izin vermeyin.

• İnandığım bir iskoç atasözü der ki: ‘Çok çalışmak bugüne kadar kimseyi öldürmemiştir. İnsanlar can sıkıntısı, çelişkiler ve hastalıklar yüzünden ölürler. Çok çalışmaktan ölmezler.’

• Hatalarınızı kabullenmek önemlidir. Özellikle de onlarla itham edilmeden once.

• Felaket duygusu yayan gamlı baykuşlardan kurtulmaya bakın.

• Kafası çalışan centilmen insanları severim.


Alıntı

22 Haziran 2015 Pazartesi

Çerçeve - Terek



• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Anadol

1966 yılında üretilmeye başlanan Anadol Türkiye Otomotiv Endüstri’nin ilk seri üretim otomobilidir. Dayanıklılığı, uygun fiyatı ve basit teknik yapısıyla kısa sürede Türk tüketicisinin gönlünde yer eden Anadol, üretildiği 18 yılda 100 bini aşkın kişiye ulaştıktan sonra otomotiv tarihindeki yerini aldı. Günümüzde hala sadık bir hayran kitlesine sahip olan Anadol, artık daha çok özel günlerin otomobili olarak meraklılarına hizmet ediyor.
Anadol’a uzanan yol
Türkiye otomobil üretme sürecindeki ilk girişimini 1920'li yılların sonunda bir parti Ford’un İstanbul'da montajıyla başladı. Emekleme olarak nitelendirilebilecek bu girişimin ardından 1950'lerde Willys marka araçlar öncelikle askeri amaçlı olarak üretildi. Bu girişimleri 1960 senesinde Otosan fabrikasında montajı yapılan bir parti Ford Consul ve 1963-1965 yılları arasında montajı yapılan 240 adet Ford Taunus 17M station wagon projeleri takip etti. Ancak bu projelerin hiçbiri Türkiye’nin ilk seri üretim otomobili olmayı başaramadı.
Türkiye'de bir otomobil fabrikası kurulması yönünde en istekli kişilerden olan rahmetli Vehbi Koç, 1928 yılından itibaren Amerikan Ford firmasıyla Ford otomobil ve traktörlerinin distribütörlüğü ilişkisi içindeydi. Vehbi Koç, 1950'li yıllarda Amerika'ya giderek Henry Ford II ile görüşmeler yapmış ve Türkiye'de üretim yapmakla ilgili bir destek alamamıştı. Aynı dönemde Bernar Nahum da Ford'un İngiltere ve Amerika ofisleriyle temaslarda bulunmuş, ancak tatmin edici bir sonuç alamamıştı.
Ford, Türkiye'de üretime uzak durmasına gerekçe olarak; yıllık otomobil satışının 2-3 bin adet gibi çok düşük rakamlarda olmasını göstermekteydi. Ford’a göre yapılacak milyonlarca dolarlık yatırım kendini amorti edemeyecek ve böyle bir proje başlasa bile başarısızlıkla sonuçlanacaktı. Ancak Koç yılmadı; çünkü ona göre ithalat, o günün ekonomik zorlukları doğrultusunda hem zor, hem de döviz kaybı demekti ve şartlar ne kadar zor olursa olsun Türkiye' de mutlaka otomobil üretimi yapılmalıydı.
O dönemde ülkemizde yaklaşık 80-90 bin otomobil, kamyon, otobüs ve benzeri araç bulunmaktaydı. Bunların çoğu büyük ve pahalı Amerikan otomobilleri ve çok azı da Volkswagen, Opel, Ford gibi Avrupa otomobiliydi. Bu otomobillerde de yedek parça çok yetersiz ve pahalıydı. Yani otomobil pazarı henüz bakirdi ama potansiyel alıcıların otomobil satın alabilecek bütçesi yoktu. O halde, halkın alım gücüne uygun, ekonomik ve az masraflı otomobiller üretip satmak gerekiyordu.
Bunlar, Koç Grubu'nu yeni arayışlara yöneltti. Dönemin otomobil dergilerinde fiberglas adlı bir malzemenin otomobil üretiminde kullanıldığı ve küçük sayıdaki üretimler için bunun ideal olduğu bilgileri yer almaktaydı.
Bu arada, İngiltere'deki Reliant otomobillerinde de 1950'li yıllardan itibaren fiberglas malzeme kullanıldığı öğrenildi. Bernar Nahum, Reliant'ın yöneticisi Raymond Wiggin ile Ocak 1964'te Atina'da bir görüşme yaptı. Mayıs ayındaysa Vehbi Koç, Bernar Nahum ve Rahmi Koç, Reliant'ın Tamworth (İngiltere) fabrikasını ziyaret ettiler. Reliant'ın gerek teknolojisi, gerekse üretim süreci oldukça moderndi. Reliant yetkilileri de Otosan' la işbirliği konusunda olumlu düşünüyorlardı.
Koç Grubu Reliant'la işbirliğine olumlu bakıyordu, ancak Türkiye'ye dönünce projeyi başbakanlığa onaylatmak gerekiyordu. Başbakanlık ise Makine Kimya Endüstrisi'nin onayını istedi. Ancak MKE'nin teknik kadrosu, Türkiye'de bilinmeyen yeni bir üretim sistemiyle imal edilecek bir otomobili onaylamayacaklarını belirtti. Böylece fiberglas otomobil geciktiren ilk adım atılmış oldu.
Ancak 1964 yılı sonunda yaşanan bir gelişme, olayların akışını değiştirdi. Ford kamyonlarının tasarımı değişmişti ancak bu tasarım değişikliğini Türkiye'de hızla uygulamak zordu. Maliyet nedeniyle D Serisi kamyonların sürücü kabinini fiberglastan imal etmek gündeme geldi. Ford'dan onay alınarak Reliant'a bir şoför kabini yaptırıldı ve üretim izni alındı. Bu projenin hayata geçmesi ve malzemenin kendisini kanıtlaması Koç'u cesaretlendirerek tekrar harekete geçirdi.
Prototip hazırlanıyor. Vehbi Koç Reliant'a bir prototip yaptırmak ve bunu ilk fırsatta Ankara'daki bakanlık yetkililerine göstermek istiyordu. Prensip olarak fiberglas teknolojisinden dolayı prototipin iki kapılı olması ve motor, vites kutusu ile diferansiyelin Ford'dan alınması kararlaştırıldı. Aracın tasarımı 1950’li yılların sonunda otomobil tasarımına başlayan Ogle Design firması tarafından üstlenildi. Bu firma gerek ekonomik gerekse yüksek performanslı otomobillerin tasarımı konusunda uzmanlaşmıştı. Anadol'un ilk modeli olan A1’in prototipini bu firmanın baş tasarımcısı Dr. Tom Karen'in ekibi tasarladı.
Prototipin imali sırasında hükümet değişti. Yeni hükümetin Sanayi Bakanı Mehmet Turgut projeyi onaylamak için prototipi incelemek istediğini bildirdi. Bu gelişme üzerine prototip, tam olarak bitirilememiş olmasına rağmen 1965 Aralık ayında, iki İngiliz test pilotu ile İngiltere'den yola çıktı. Prototiple her türlü sürüş koşulları denendi ve kış mevsiminin en yoğun yaşandığı dönemde Alp dağlarını da aşarak, o dönem rekor sayılabilecek bir süre olan 63 saatte İstanbul'a geldi.
Otomobili 22 Aralık 1965'te inceleyen ve deneme sürüşü yapan Sanayi Bakanlığı yetkilileri, üretimi 10 ayda gerçekleştirmeleri ve fiyatının 30 bin liranın altında olması şartıyla üretim izni vereceklerini açıkladılar. Üretim için 10 Ocak 1966'da resmi başvuru yapıldı. Sanayi Bakanı Mehmet Turgut Karma Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada Otosan'a otomobil üretim izni verdiklerini ve otomobilin yılsonuna kadar piyasaya çıkacağını duyurdu. Turgut otomobilin fiyatının 26.800 TL olacağını ve yerli üretimin %45 döviz tasarrufu sağlayacağını da açıklayarak üretimi şekillendirmiş oldu.
İsmi Anadol olsun. Üretilecek otomobile verilecek isim herkesin zihnini kurcalıyordu. Koç Topluluğu, kendi yayını olan Bizden Haberler Dergisi’nde bir anket düzenleyerek ismi grup içinde belirlemeyi düşündü. Ancak Vehbi Koç, halk ve aile tipi otomobilin isminin de millete mâl edilmesini istiyordu. Bunun için halkın katılacağı bir isim yarışması düzenlenmesi ve 10 bin lira ödül verilmesi kararlaştırıldı. Reklamcı Eli Acıman ile görüşülerek yarışmanın Manajans tarafından yürütülmesi sağlandı. Verilen ilanlarda “İsmi ne olsun?” sloganı kullanılıyor ve “Milli sanayimizin eseri olan bu otomobilin ismi ne olsun kampanyasına katılınız” deniliyordu.
İsim yarışmasına 15 bin kişinin katılması bekleniyordu. 10 Ağustos 1966 günü yayınlanan ilanlarla 25 Ağustos'a kadar gün verilmişti. Ancak, tahmin edilemeyen bir ilgiyle karşılaşılmış ve 86.318 mektup ve telgraf alınmıştı. İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Bedri Karafakıoğlu, yine bu üniversiteden Odalar Birliği Sanayi Dairesi Müdürü Prof. Necmettin Erbakan, İktisatçı ve İşletmeci Prof. Memduh Yaşa, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek ve gazeteci Cevat Fehmi Başkut' tan oluşan jüri; teklif edilen 18 bin 660 ayrı isim arasından Anadolu, Anadol, Otosan ve Veko isimlerini seçti.
Koç Holding yönetimi, bu isimler arasından 'Anadolu' ve halk arasındaki diğer bir kullanım şekli olan 'Anadol' isimlerini birinci kabul etti. Bir otomobilin markasında bulunması arzulanan kısalık, orijinallik ve dünya ölçüsünde telaffuz kolaylığı nedeniyle “Anadol” ismi seçildi.
Koç Grubu “Anadol” ve “Anadolu” isimleri için ayrı ayrı 10 biner lira ödül vermeyi kararlaştırdı. İstanbul 10. Noteri Hicabi Dinç' in huzurunda 10 Ekim 1966 Perşembe günü yapılan çekiliş sonucunda “Anadol” ismini teklif eden 41 kişiden Kocaeli Hereke'den müzik öğretmeni Kemal Çuhalılar ve “Anadolu” ismini teklif eden 818 kişiden Gaziantep İslahiyeli Rıza Tansel para ödülünü kazandı. Böylece Anadol ismi Türk otomobil sanayi tarihine girmiş oldu.
İmalat başladı. 1 Aralık 1966'da Nihat Atasagun' un başında olduğu imalat ekibi mavi renkli üç Anadol'u tamamladı. Anadol’lar fabrikadaki tecrübeli sürücülere teslim edilerek teste çıkarıldı. Üç Anadol, Anadolu'nun çeşitli yörelerinde 2 bin 500 km boyunca her türlü yol ve arazi şartlarında zorlu testlere tabi tutuldu. Anadol’lar testleri başarıyla tamamlayıp döndüklerinde fabrikada büyük bir gurur havası hakimdi.
Planlandığı gibi 19 Aralık 1966'da ilk yerli otomobil olan Anadol seri üretim bandından indi. İlk üretilen iki kapılı Anadol A1'de rüştünü Cortina ve Anglia'da ispatlamış 1,2 litrelik Ford Kent motoru vardı. Otomobilin satış fiyatı kalorifer sistemi dahil 26 bin 800 liraydı ve bu rakam 1966'daki döviz kuruyla 1.050 İngiliz Sterlini'ne eşitti. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse VW kaplumbağa 1.600, standart Ford Cortina ise 1.800 sterlin fiyattan satılmaktaydı. Yani Anadol yaklaşık özelliklerdeki otomobillerden yüzde 30-40 daha düşük fiyata sahipti.
Anadol, araç üretimi için yapılan bir tesiste seri olarak üretilerek satışa sunulan ülkemizin ilk otomobili oldu. 1966 yılının son haftasında piyasaya çıkan Anadol'dan bir haftada 18 adet üretildi. 1967'de ise 1.760 Anadol üretildi. Sonraki yıllarda 3.000 -3.500 adete ulaşan rakamlar, yeni modellerin eklenmesiyle daha da arttı. Basın ve daha sonra TV reklamları ile de desteklenen satışlar yıllık 8 bin otomobile kadar ulaştı. Otosan Kadıköy fabrikasında, 1966-1984 yılları arasında çeşitli modellerden toplam 63 bin 283 adet binek Anadol üretildi. 36.892 adet üretilen kamyonet modeli ise 1991 yılı sonuna kadar üretimde kaldı. Otomobil ve kamyonet üretimi toplamda 100 bini buldu.
Anadol’un genel özellikleri. Anadol temel olarak fiberglas gövdeye ve çelik tam şasiye sahipti. Fiberglas tekniği Reliant'tan öğrenilmiş, motor, şanzıman ve diferansiyel teknolojisi de Ford İngiltere'den alınmıştı.
Anadol'ların motor tipleri modellere göre değişmekteydi. Genel olarak sıralı 4 silindirli ve hacimleri 1198 cc ile 1599 cc arasında değişen alternatifler söz konusuydu. Ön süspansiyon sistemi 1965 Triumph, arka süspansiyon sistemi 1965 Ford Cortina Mk1’den adapte edilmişti. Motorun gücü 4 ileri vitesli şanzıman üzerinden arka aksa aktarılırken, önde o dönem için yeni sayılabilecek disk frenler kullanılmıştı. Türkiye'de bilinen iki çarpışma testi Anadol STC16 ve Anadol A2 SL için yapılmıştı.
Anadol dünya klasik otomobil literatürlerinde de yerini almış durumda. A1 ve STC16 modelleri eski adıyla FIA yeni adıyla FIVA'nın homologasyon belgelerine sahip oldukları için uluslararası klasik otomobil rallilerinde de yarışabiliyor.
Otosan tarafından 1968 senesinde İngiltere'de bir fuarda sergilenen Anadol beğeni toplamıştı. Anadol'un ilk modellerinin bir kaç örneği ülkemiz dışında İngiltere'de bazı otomobil meraklıları tarafından korunuyor.

Alıntı

19 Haziran 2015 Cuma

Askılıklı Duvar Panosu


• Özel Tasarım Ahşap Bank Havluluk   • Zigon Sehpa   
• Mini Abajur   
• Çerçeve   • Özel Tasarım Avize  • Saklama Kutusu  
• Mini Terekli Ahşap Baharatlık  
• Özel Tasarım Mutfak Dolap ve Terekleri  
• Bebek Odası Rafları  • Farklı Ürünler

http://gozdedesign.blogspot.com/
http://gozdehandmade.wix.com/gozdehandmade




ferucak@gmail.com

Sitede bulunan resimler hiçbir şekilde kullanılamaz ve kopyalanamaz...


Lamborghini

Automobili Lamborghini S.P.A. (kısaca Lamborghini) 1963 yılındaki kuruluşundan beri az sayıda spor ve arazi otomobili üreten otomotiv firmasıdır. Fabrikaları Modena ve Bolonya şehirleri arasında küçük bir İtalya kasabasında; Sant  Agata'dadır.
Lamborghini Murcielago Roadster Lamborghini şirketinin arazi taşıtlarından, spor arabalarına geçişi sahibi Feruccio Lamborghini (1916-1993) 'nin spor arabalarına başta Ferrari ile tutkunu olmasıyla başlar. Bilinen hikayeye göre, Ferrari'sinin debriyajı bozulunca Ferrari fabrikasına giden Lamborghini ile Enzo Ferrari görüşmek istemez. Kendi debriyajını büyük bir kolaylıkla tamir eden Lamborghini, spor arabalar üretmeye karar verir.
Giorgetto Giugiaro ve Marcello Gandini gibi ünlü tasarımcılar ile çalışan Lamborghini, seri üretilen tüm arabalar arasında en pahalı, en güçlü yol arabalarını temsil etmiştir.
2004 yılında, Lamborghini'nin sahibi Volkswagen grubunun baştasarımcısı ; Peugeot ve Mercedes'in günümüzdeki çizgisini yaratan Murat Günak çocukluğundan beri Lamborghini hayranı olduğunu ve Lamborghini için unutulmayacak bir tasarımla Lamborghini hayranları karşısına çıkacağını Volkswagen saflarına geçtikten birkaç gün sonra açıklamıştır. 2004 yılında çıkan Murcielago ve Gallardo modelleri, Belçikalı otomotiv tasarımcısı Luc Donckerwolcke tarafından tasarlanmıştır.
 Lamborghini'nin ürettiği ilk spor otomobil olan  Lamborghini Miura Konsept Kasım 1965'de Ferruccio tarafından Torino otomobil fuarında tanıtılır. Motoru ortada ve enine olarak yerleştirilmiştir. Konsept bir yıldan kısa bir sürede Marcello Gandini  tarafından üretim aşamasına getirilir. Otomobil adını ünlü boğa yetiştiricisi Don Eduardo Miura almıştır.Lamborghini amblemindeki Boğa buradan geliyor.

18 Haziran 2015 Perşembe

Hazır Logo


Seçtiğiniz logo üzerinde;

İsterseniz renk değişikliği yapılabilir,

Firma adı vs. font seçilerek yazılır,

Her türlü baskı tekniğine uygundur,

Vektörel olarak,

CMYK - RGB - Pantone değerleri verilerek teslim edilir.


ferucak@gmail.com